Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım. Para kazanmak gerekti, girdim insanların içine, insanları gördüm.
Anlamıyorum dilinden artık geceyi saran güzelliğin. İçim, kör bir kuyu gibi derin ve sonsuz rüyasında yalnızlık.
Yüz kelimelik bir şiirde yüz tane güzellik arayan vardır. Halbuki bin kelimelik bir şiir bile bir tek güzellik için yazılır.
Sokakta giderken, kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığımda, beni deli zannedeceklerini düşünüp gülümsüyorum.
Bekliyorum! Öyle bir havada gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın.
İçimde sonsuz bir sevinç. Bağırmak istiyorum; boş ver, diye haykırmak istiyorum.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler, ölmek de değil; kolay değil bu dünyadan ayrılmak.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Yalnız seni sevdiğimden ve yalnız seni seveceğimden başka bir şey düşünme.
Güzel kadınları severim, işçi kadınları da severim, güzel işçi kadınları daha çok severim.
Şiir, yeryüzündeki tüm kuşları aynı anda havalandırma hareketidir.
Boş konuşan insan çana benzer, içi boş olduğu için çok ses çıkartır!
Gün ışığında hissemize razıydık kendimize hüzünler icat ettik avunamadık.
Neler yapmadık şu vatan için. Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik!
Şiir yazma hastalığım hep böyle havalarda nüksetti. Beni bu güzel havalar mahvetti.
Bilmezler yalnız yaşamayanlar, nasıl korku verir sessizlik insana; insan nasıl konuşur kendisiyle; nasıl koşar aynalara, bir cana hasret, bilmezler.
Ben bir ömür göz yaşı hapsine mahkum edilmişken, senin gerçek sandığın sahte aşklarla, gülümseyecek olan gözlerin beni her gün bir kat daha öldürüyor.
Çok hakkın var üstümde helal etmezsen, kul hakkı bu, şaka değil eğer helal etmezsen, dua etmeyi bir yana bırak, camiye gidip Allah’ın halısına bile basamam utancımdan.
Ne kağıt yeter ne kalem. Mesut sanmam için kendimi bunların hepsi. Hepsi fasa fiso, ne takayım, ne tekneyim. Öyle bir yerde olmalıyım, öyle bir yerde olmalıyım ki ne ışık ne sis ne buğu gibi insan gibi.
En iyi savaşı olan sömürgeciliği kullanır insan. Ağlar bazıları, bazıları gülerek yapar bu işlemi, hem de kime güldüğünü bilmeden. Aldatır ya sanır ki karşıdaki yedi yalanı, aslında ta kendisidir aldatan insanı.
Ve ihtimal; sen yeni beni sevmeyeceksin.
Bekliyorum! Öyle bir havada gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın.
Aklımdan çıkmıyorsun, dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.
Yanlış işler görenler bile o işleri memleket sevgisiyle gördüklerine inanırlar.
Duyduğum yoktu ne vakittir. Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede; içime gene yolculuk mu düştü, nedir? Nedir bu yosun kokusu, martıların gürültüsü havalarda; nedir? Yolculuk olmalı, yolculuk.
Sokakta giderken, kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığım anlarda insanların beni deli zannedeceğini düşünüp gülümsüyorum.
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar; bu eşya, bu pencere? Değil, vallahi değil; bir iş var bu işin içinde.
Biliyorum, kolay değil yaşamak ama işte bir ölünün hala yatağı sıcak birinin saati işliyor kolunda yaşamak kolay değil ya kardeşler ölmek de kolay değil; Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.
Aşk, benim için de, benim gibiler için de, biraz fazla. Fazla güzel bir şey. Ne uçmak geliyor elimden, ne de ötmek. Her şeyden önce yiyip içmeye ihtiyacım var; halbuki, aşık olursam yiyip içemem.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı. Önce hafiften bir rüzgar esiyor; yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda; uzaklarda, çok uzaklarda, sucuların hiç durmayan çıngırakları. İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Pencere, en iyisi pencere; geçen kuşları görürsün hiç olmazsa; dört duvarı göreceğine.
Bir yer var biliyorum, her şeyi söylemek mümkün; epeyce yaklaşmışım, duyuyorum, anlatamıyorum.
Ben ki her akşam yatağımda onu düşünüyorum, onu sevdiğim müddetçe yatağımı da seveceğim.
Bir dağ başı yalnızlığı yaşıyorum yeniden. Dağ başı yalnızlığı ölümden beter. Hiç kimse aramasa sormasa beni. Sen gelsen yeter.
Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var.
İşim gücüm budur benim gökyüzünü boyarım her sabah hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi. Deniz yırtılır kimi zaman. Bilmezsiniz kim diker. Ben dikerim.
O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm; gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Siyah akar Zonguldak’ın deresi. Yüz karası değil, kömür karası. Böyle kazanılır ekmek parası.
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu. Bu derde düşmeden önce.
İşim gücüm budur benim. Gökyüzü boyarım her sabah, hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi.
Gariban, Ne bir güzel var avutacak gönlümü bu şehirde, ne de bir tanıdık çehre. Bir tren sesi duymaya göreyim, iki gözüm, iki çeşme.
Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın. Sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun.
Gün olur, alır başımı giderim, denizden yeni çıkmış ağların kokusunda şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra. Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; çiçekler gürültüyle açar; gürültüyle çıkar duman topraktan. hele martılar, hele martılar, her bir tüylerinde ayrı telaş! gün olur, başıma kadar mavi; gün olur, başıma kadar güneş; gün olur, deli gibi.
Farz et ki rüzgardım, esip geçtim hayatından.
Şiir, bütün özelliği edasında olan bir söz sanatıdır.
Öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
Şeytan diyor ki: Aç pencereyi; bağıɾ, bağıɾ, bağıɾ; sabaha kadar.
En delikanlı mevsimdir kış. Yüzüne yüzüne vurur yalnızlığını.
Gemiler vardı, limanda gemiler. Her biri yeni bir ufka gider.
Dayanılmaz şey değil. Benim de mi düşüncelerim olacaktı.
Eski bir sevdadan kurtulmuşum artık büyük kadınlar güzel.
İmkansız şey şiir yazmak aşıksan eğer ve yazmamak, aylardan nisansa.
Sevdiğim insanlara kızabilirdim, eğer sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi.
Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda; dokunabilir misiniz, gözyaşlarıma, ellerinizle?
Şiir yazıp eskiler alıyorum. Eskiler verip Musikiler alıyorum. Bir de rakı şişesinde balık olsam!
Ben ki her akşam yatağımda onu düşünüyorum, onu sevdiğim müddetçe yatağımı da seveceğim.
Sıvanmış, boyanmış bir binanın tuğlaları arasındaki harcı göremeyiz. Bina tamamiyetini ancak bu harçla temin ettiği zamandır ki, onu teşkil eden tuğlaları teker teker görmek, onların vasıfları üzerinde düşünmek fırsatını elde ederiz.
Asma suratını, deme be kadın, ne değişir? Yine, İstanbul’daki asma köprüler gibi asma gülücükler iliştiririm yüzüme ve gözlerimin altından binlerce Marmara akıtırım. Şu Orhan Veli’nin de alacağı olsun. Serde erkeklik varmış; ağlanmazmış.